ENDÜLÜS
Musa ibn Nusayr’ın emriyle hicri 92 (m.711) yılı Ramazan ayında maddeten gemileri yaktığından emin olmadığımız ama manen gemileri yakan, hedefe varmak için her türlü fedakârlığı göze alan Tarık bin Ziyad komutasındaki Müslümanlar fethetmeden önce, Endülüs’te 300 yıl Hristiyanlık (daha evvelinde Sabiîlik) inancı ve Romalılar (Gotlar) hüküm sürüyordu.

Çağlara ve kıtalara örnek olacak ilim ve âlimler de yüzyıllardır hikmetten yoksun olan Endülüs’e Emeviler ile girmiştir. Özellikle, ilme düşkünlüğüyle tanıdığımız hikmetli ve faziletli ilk dönem hükümdarlarından Emir el-Hakem dünyanın dört bir tarafından Kurtuba’ya ilim kitaplarını toplamıştır. Endülüs Emevileri; lügat, tefsir, hadis, fıkıh, akaid, tasavvuf, felsefe, tarih, coğrafya, musiki, şiir, astronomi, matematik, zooloji, botanik, tıp, kimya, nahiv ve mantık gibi onlarca ilimle iştigal etmiş ve İbn Haldun, İbn Rüşd, İbn Tufeyl, İbnü’l-Attar, İmam Kurtubi, et-Taberi, Ebü’l-Kasım Mesleme, İbn Hayy, İbnü’z-Zehebi, Abbas bin Firnas ve
Ebü’l-Velid gibi yüzlerce âlim yetiştirmiştir. İlim, bir elim yağda bir elim balda olsun diyerek kazanılacak bir şey değildir ve Allah, ilmi bedel ödeyene verir. Nitekim Endülüs’te fenni
ilimler ile İslami ilimler beraberce 6 yaşından itibaren medreselerde öğrencilere verilmeye başlanırdı. Bahsettiğimiz ilimler Müslümanları öyle güçlü kıldı ki gayrimüslimler onlara imrenip Müslüman gibi gibi giyinmeyi, Müslümanların konuştuğu Arapça kelimeleri kullanmayı ve Müslümanların ürettiği ürünlere sahip olmayı maharet kabul ederlerdi. Bu sebeple bazı batılılar ‘Gençlerimiz Müslümanlaşıyor’ isimli makaleler yayımlamıştır. Bizim geçmişimiz, fabrika ayarlarımız budur ve bunları övünmek için değil kendimizi tanımamız
için söylemekteyiz. Bugünse maalesef bizim bir kesim gençlerimiz batıya özenmekte. Genç Akım gibi ekiplerin önemi burada göze çarpıyor. İnşaAllah Müslümanlar İslam’a yaraşan kudrete tekrar kavuşurlar.
781 yıllık Endülüs medeniyetinin en önemli özelliklerini; yöneticilerle âlimler arasında mesafe olması, âlimin izzetiyle yürümesi, ilmin hürriyetinin olması, âlimlerin gündelik siyasete girmemesi, halkın çeşitli yer altı ve kültürel zenginliklere sahip olmasına rağmen beraber yaşama sanatını bilmesi olarak sayabiliriz. I. Abdurrahman’dan itibaren 50 senede yapılan 50 medrese, 24 üniversite, 600 hamam, 25 kâğıt fabrikası ve sayısız mescit bu özelliklerin ürünleridir. Endülüs’ü kaybetme sebeplerimizse değerlerden uzaklaşma, yönetim zafiyeti, asabiyet, dünyevileşme ve hedeflerden sapma şeklinde sıralanabilir. Nitekim Endülüs’ün yetiştirdiği en önemli isimlerden İbn Haldun, insanların öldüğü gibi devletlerin de bir sonu vardır der. (Konunun daha iyi anlaşılması adına en-Nedvi’nin ‘Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti?’ adlı eserini okumanızı tavsiye ederim.)
Kitap soykırımı da diyebileceğimiz Endülüs kütüphane yangınında birçok İslami eser yok edildi fakat kalan azı bile bizim için o kadar önemli ki Endülüs’te edinilen bilgilerin kullanıldığı kitaplarımızı Türkiye’deki kütüphane raflarımızdan indirsek ancak kitaplarımızın yarısı raflarda kalabilir. Buna ek olarak günümüzde namaz kılınabilen iki caminin mevcut olduğu Kurtuba’da bir dönem 4000 caminin bulunması Müslümanlar olarak kendimize sormamız gereken birkaç soruya ihtiyaç duyuruyor. İlmin her alanında zirvede olan insanların torunları olarak bizler nasıl bu hale geldik? Değerlerimize sadakat gösterdiğimizde ulaştığımız nokta neresidir? Endülüs Müslümanları neler yaptılar da o günlerin hakkını ödemeyerek Allah’ın nimetlerini kaybettiler? Sekiz asır ilmin, hikmetin, huzurun merkezi olan Endülüs acaba tekrar Endülüs olur mu ve bize düşen görevler nelerdir?
Endülüs için ne yapabiliriz sorusuna kendimizi İslami bir şahsiyet olarak yetiştirerek ilk cevabımızı verebiliriz. Yani zeminde biz olmalıyız, sabah namazına kalkamayan bir insanın Endülüs’ü, Kudüs’ü veya mazlum coğrafyaları imar etmesi beklenemez. İkinci olarak aileler düşünülebilir. Müslüman sayısının çok az olduğu o topraklarda günümüzde hoparlörden ezan okunmuyor. Dolayısıyla daru’l-küfür olan bir yeri değiştirebilmek için evlerimizden başlamalı ve evlerimizin ne kadar daru’l-İslam olduğunu sorgulamalıyız. Üçüncü olarak, Endülüs hakkındaki hedeflerimiz imkânlarımız ölçüsünde olmalı. Allah hepimizin aynı işi yapmamızı istemiyor, yapamayız da zaten. Tiyatrocu Endülüs’ü anlatan tiyatrolar yapacak, güçlü vakıflarımız yurt dışı çalışmalarını Endülüs’te gerçekleştirecek, öğrenci olanlar Genç Akım gibi dergilerde Endülüs’ü konu edinerek toplumu bilinçlendirecek, kısaca herkes elinden gelen neyse onu yapacak. Ayrıca Rabbimize dua etmeyi ihmal etmeyeceğiz. Dualarımızda Kurtuba, Granada, Malaga, Sevilla; ufkumuzda Tarık b. Ziyad, Musa b. Nusayr olacak. Duanın gücüne inanıp kavli duamızı yapınca fiili dualarla desteklemeye çalışacağız. Yüreğimizde Endülüs coğrafyasına yer vereceğiz ki sonumuz Endülüs’ün sonu gibi olmasın. Selam ve dua ile…
(Bu yazının oluşturulmasında kaynak olarak Sâid El-Endelüsî’nin Tabakatü’l-Ümem adlı eseri ve Muhammed Emin Yıldırım’ın Endülüs Sohbetleri kullanılmıştır.)